30 Haziran 2012 Cumartesi

2012 Fransa Bisiklet Turu Başlarken

Logosu da güzel..

Evet bu spora da el attım, bisiklet de yazıyorum.
Fransa Bisiklet Turu ; Bisiklet deyince ilk akla gelen şey, hatta bildiğimiz tek şey. Aman canım bizim insanımız şöyle böyle falan türü eleştiriler gelmeyecek merak etmeyin, Bisiklet sporu nasıl bir şeydir, niye izlemeliyiz, nereden izlemeliyiz gibi birkaç basit bilgi olacak.

Öncelikle ben bisikletten anlamam, spora dair tek bildiğim Eurosport'da spikerlerden dinlediğim bilgiler ve onların sitesinden okuduğum haberler. Ha bir de Alberto Contador, bisikletin şuanki kralı -galiba- ama aldığı doping cezasıyla bu senenin sonuna kadar yarışamayacak. Peki Bisiklet'i neden izlemeliyiz, sıkıcı bir spor mudur, bana hiç çekici gelmiyor gibi yaklaşımlara verilecek tek cevabım var aslında : Eurosport spikerleri. Saatlerce bu spikerleri dinlemek inanın hiç mi hiç sıkmıyor insanı, şaşırtıcı ama gerçek. Nice futbol maçlarından, yarışlardan sıkıldım ama bu adamları dinlemek gerçekten çok zevkli. Tabii onları dinlerken biraz da bisiklete dair bir şeyler öğrenmeye çalışmak gerek, ben mesela sürekli sohbetlerinden bilgi çalmaya ve spora dair temel bilgileri öğrenmeye çalışıyorum. Ha bi de manzara var, İtalya Bisiklet Turu'nda müthiş manzaralar ve çok şirin yerleşim yerleri vardı, onları izlemek bile yeterince güzeldi. Güzel manzaralar eşliğinde koyu bir muhabbeti dinliyormuş gibi hisse kapılıyor insan izlerken. Bu Bisiklet denen spor gerçekten zevkli, bir o kadar da karmaşık. 'Aman önde bitiren kazanıyor işte' gibi bir mantık kesinlikle söz konusu değil, neler var neler. Bunları zaten spikerlerimiz anlatacak yarış boyu, onlardan bir şeyler kapmaya bakın. Benim de zaten tek bilgim Peloton yani 150-200 sporcudan oluşan ana grup, bir de takımların genel olarak bir sporcusu üzerine yoğunlaşması yani takım emirleri gırla.

Manzara dediğim kadar var galiba

Diyeceğim odur ki, bu spora bir fırsat verin, yeni bir derya, yeni bir kültür. İzlerken etapları yakından izleyen seyircilere de hayran kalacaksınız, 'Adamlar kültürlü' deyip, bizim insanımız niye böyle değil diyerek ah çekeceksiniz. Geçen haftalarda Milliyet'in haftasonu ekinde görmüştüm, bir bisikletsever kendisi yazmış gittiği etapları. Yine yarışı Eurosport'un sitesinden, Türkçe ve İngilizce bisiklet sitelerinden ve twitter'da spikerlerin muhabbetlerinden de takip edebilirsiniz. Şimdilik bu kadar, işinize yarayabilecek bir şeyler bulursam yine karalarız ufaktan.

26 Haziran 2012 Salı

Boullier Korkak * : 2012 Avrupa GP


Böyle bir başlık atmak için sebep üretmeye çok uğraştım ama sonunda dayanamadım. Neden böyle bir başlık attığımı aşağıda anlattım.
Bu başlıktan önce daha absürd bir başlık olarak McLaren'in en hızlı pitleri yapması konusu da güzel olabilirdi, yarışta 20 sn'nin altındak pit yapan üç isim vardı ; Hamilton 19.3 sn, Button 19.6 ve Alonso 19.7, şaka gibi ama gerçek.

Türkiye'de yaşayan F1 fanları için yaz dedin mi akla iki büyük çile gelir; birisi Valencia GP, diğeri de Serdar Ortaç ya da Demet Akalın'ın albüm çıkarmasıdır, Allah'a şükür ilkini güzel atlattık atlamasına da ikinci ve daha büyük çileyle bütün yaz nasıl uğraşacağız bilmiyorum. Valencia GP de aslında SC girmeden önce eski yıllardan çok da farklı değildi. Sezonun başa güreşen 7 takımı arasına bu sefer Force India katılarak Q2'ye kalmanın bile zor olduğu bir Valencia GP bizi bekliyordu.

Monaco ve Kanada'dan daha çok downforce ayarının seçildiği Valencia'da çekişin yine önceki iki yarış gibi önemli bir bileşen olduğu kesindi. Amma lakin Vettel'in Q3'deki hızının sadece çekişle açıklamak pek mümkün gözükmüyor. Diğer seçenek olarak da hızın ayarlardan mı olduğu sorusunu akıllara getirdi getirmesine de Vettel'in yarıştaki hızı bu konuda şüphe bırakmadı. Yaşadığı maddi zorluklara rağmen hala F1 gridinde olan HRT'den De La Rosa Q1'de liderden sadece 3.3 sn gerideydi, Kanada'daki hızları da dikkatimi çekmişti, burdaki fark daha sevindirici, Glock'un yokluğunda Marussia'yı da geçmekte zorlanmadılar. Gerçek bir pist olan Silverstone'da bir gözümüz de onların formunda olacak, üstelik pist kısa değil. Birçok F1 izleyicisi özellikle bu iki takıma pek sevgi beslemese de Honda, BMW gibi markaların F1'den öyle ya da böyle uzaklaştığını düşünürsek saygıyı hak ediyorlar demek yanlış olmaz sanırım. Jenson Button Q3'e kadar Hamilton'la başa çıksa da Q3'de yavaş kaldı, yine de çok önemli bir adım attığını söylenebilir, Silverstone için kesinlikle gözden kaçırılmamalı.

Vettel'in hızında Hamilton'ın anormal yavaşlığının, önünün açık olması da etkili oldu, bunların yanında Vettel'in hızının tam olarak ne kadarının gerçek olduğunu tespit etmek önemli. Grosjean Hamilton'ı geçtiğinde lastikleri muhtemelen Vettel'den daha çok yıpranmıştı, Vettel 9.turda Hamilton ile farkı 10.1 iken, bu turda Hamilton'u geçen Grosjeanla farkı 10.turda 11.4, 15.turda da 15.2 sn idi, yani tur başına 0.8 sn. Lotus'un iyi lastik sakladığını da hesaba kattığımızda Vettel gerçekten hızlıymış demek zor olmaz. Grosjean'ın Hamilton'ı geçişi DRS ve Pirelli yardımı olsa da izlemesi güzeldi unutmadan, Grosjean yarış dışı kalmadığı her yarış kendini geliştiriyor. İlk pitlerden sonra 15.8 sn olan ikilinin farkı Grosjean'ın trafiğe de takılmasıyla 24.turda 20.8 sn'yi buldu. Grosjean bu turdan sonra vitesi artırıp SC girmeden önceki turda (27.tur) farkı 19.2 sn'ye indirmişti. Lotus'un lastiklerini bu kadar iyi saklamasının nedenlerinden ve dezavantajlarından olan lastiği ısıtamama problemi hem ilk pitlerden sonra farkın açılmasına hem de SC çıktıktan sonra iki Lotus'un da rakiplerine geçilmesine sebebiyet verdi. Pirelli geldiğinden bu yana yarış sonlarında devasa farkların olmaması en fazla df (downforce) üreten aracın aynı zamanda en fazla lastik harcayan takım olmasından kaynaklanıyor. Lider pilotunun önünün açık olması ise muhtemelen sadece bunu azaltan bir faktör. Serhan Acar'ın dediği gibi cadde pisti olması da Vettel'e önde uçup gitmesine katkısı olmuştur. Unutmadan Grosjean Hamilton'u geçtikten sonra 2.5 tur içinde İngilize 2.7 sn fark açıyor.

Sam'in işi zor...
SC ile baştan aşağı değişen yarış, pitlerdeki aksiyonunu da beraberinde getirdi. Ondan önce Raikkonen'in ilk piti 21.8, Kobayashi tam 23 sn sürerken, Alonso'nun piti 19.7 sn sürmesiyle bu ikiliyi de geçmeyi başarmıştı. Alonso startta 3 yer kazanırken, sonrasında Di Resta ve Maldonado'yu pistte, Raikkonen ve Kobayashi'yi pitte, sonra diğer pitlerde Hamilton'u, SC'den sonra Grosjean'ı geçip, Vettel'in de yolda kalmasıyla liderliğe kadar yükseldi. Alonso çok agresif ve müthiş bir geçiş pilotu olmasa da bazen öyle anlarda atak yapıyor ki, önündeki gafil avlıyor ve ona hareket imkanı bırakmıyor. Alonso'nun liderliği alışı akıllara Kore'deki ilk yarışı hatırlattı. Yarışın son bölümünde Alo-Gro-Ham-Rai sıralaması varken, Alonso ve Hamilton'ın Lotus'lara direnemeyeceği seziliyordu, özellikle de Hamilton'ın. Grosjean'ın yarış dışı kalmasıyla rahatlayan Alonso'dan sonra DRS bölgesinde gezinen Hamilton ve Raikkonen ikilisi de yarışın sonuna kadar beraber gittiler. 47. turda 6.6 sn gerideki 4. Maldonado ile aynı dereceyi yapan Hamilton, o andan itibaren arkasındaki ikiliye zaman kaybetmeye başladı. Maldonado önü açık Alonso'dan da hızlıydı, burdan yakınca kazanın kaybedenin Maldonado olduğu çıkarımı da yapılabilir. Öyle ki 50.turda Maldonado liderden 0.7 sn, arkasındaki Hulkenberg de aynı şekilde 0.6 sn daha hızlı. Muhtemelen Raikkonen de Lewis'e takılmasa bu ikili kadar hızlı olabilirdi. Alonso'nun yarışın sonundaki yavaşlığı mazur görebilir çünkü araç yarışta oldukça iyiydi fakat Hamilton bütün yarış boyunca neredeyse savunma pozisyonunda geçirmesi McLaren'in berbat bir yarış geçirdiğinin göstergesi. Hem yavaş bir araç, hem de lastikleri daha erken bitiren bir araçtan felaketi olamaz Pirelli'li Formula 1'de. O sıralar yeni pite giren Rosberg'in tur zamanı da 50.turda tam 1.42.614. Ona karşı Alonso 1.45.3, Ham 1.44.7, Mal 1.44.6, Hulkenberg 1.44,7. Gerçi Alonso'nun o turda anormal bir yavaşlığı var,51.turda da Hamilton'un derecesi düşmeye başlıyor iyice, 1.45.2, Rosberg yine uçarak 1.42.7, Mal 1.44.6, Hul 1.45.0, Per 1.45.5. Ve sonunda malum kaza, Hamilton yarış dışı kalırken, Maldonado da devam etmesime rağmen aldığı cezayla 1 puandan oluyor, efsane podyuma geri dönüyor, bir ara yine mi Webber geçecek derken, Schumi direnip hiç beklemediği bir yarışta 155. podyumunu kazanıyor.

McLaren'in rakiplerinin güncellemelerine cevap verememesinin bir nedeni de Button'ın anormal yavaşlığı üzerine gitmeleri olduğu söyleniyor. Hamilton'ın cumartesi günü yine olağanüstü bir iş çıkararak 2.olması bir şeylerin üstünü örtse de pazar günü gerçek bütün çıplaklığıyla ortayadaydı. Geçen sene de McLaren burda anormal bir yavaşlık göstermişti. Red Bull'un sadece çekişle bu hıza ulaşmadığı, takımın Valencia'ya adeta B versiyonu getirdiği başka konuşulan konulardan biriydi. Haftanın en iyisi Alonso olmasına rağmen, en hızlısı kesinlikle RB8 ve Vettel'di. Son zamanlardaki en agresif yarış olan Valencia'da kazalar, sürtünmeler, parçalar adeta havada uçuştu. Kobayashi, Vergne ve Maldonado cezaları kesinlikle hak ettiler, özellikle Kobayashi ve Vergne kazalarına çok açık şekilde sebebiyet  verirken, Mal-Ham kazasında da Maldonado daha sakin kalmalıydı. Whitmarsh Lewis'in daha sakin olması gerektiğini söylerken haklı olsa da, bu noktadan sonra yapılan Lewis gibi birine zulümdür galiba. Lastikleri bitti diye arkasındaki sürücüye nazik davranmak da neymiş, F1'i anlamak zor oluyor bazen, kazanmanın her şey olmadığını birileri bazen söylemeli. -başka sporlarda da- Yarışta önemli puanlar kazanan Alonso, Raikkonen veya Schumacher değil Hamilton da kazandı bir şeyler bence. Sadece Hamilton değil, agresiflik mevzuunda pilotlara sürekli baskı yaparak yakında sadece DRS ve pitlerde birbirini geçen pilotlar izlememiz uzak değil galiba. Konu taştı, lastikler anlaşıldı mı anlaşılmadı mı asıl Silverstone'da göreceğiz. Soğuk havayla beraber Lotus'un şansının azaldığını, pistin en çok FW34'e  ve MP4-27'e uyduğu söylenebilir, Lotus'un soğuk havada performansını, Mercedes'in soğuk havadaki avantajının ne boyutta olduğu önemli sorular olacak, RB8'nin büyük güncellemeleri de şu sitede ayrıntılı bir şekilde anlatılmış. Bir çok şeyi İngiltere'de göreceğiz diyoruz da, bu sene neyi biliyoruz ki, senenin ortası gelmiş ve aero pistine giderken kimin en hızlı olacağı konusunda kimsenin bir fikri yok.

* Hıncal Uluç'un herhangi bir maçtan sonra takımlardan birinin hocasına Korkak demesi meşhurdur, başlıkta da basketbol spikeri ve yorumcusu Orkun Çolakoğlu'nun Hıncal Uluç'a gönderme yaparak Popovich Korkak (San Antonio Spurs koçu) demesinden esinlendim, Allah'dan Hıncal Uluç F1 izlemiyor, yoksa Domenicali'yi takımda hala tutan Monte'yi, sonra Sam Micheal'ı hala göndermeyen Whitmarsh'ı yerden yere vuracağı, en çok eleştiriyi de Boullier ve Ross Brown'a yapacağı kesindi.




16 Haziran 2012 Cumartesi

Çok Pit Stop az Pit Stopu yener : 2012 Kanada GP

Massa belki de sezonun en iyi sonucuna giderken bu spinle yarışını mahvetti.
Birkaç istatistik;
  • 7.yarışta 7.kazanan Lewis Hamilton oldu.
  • Lewis Hamilton bir pistte ilk defa hattrick yapmış oldu.
  • McLaren bu pistteki son 5 yarışta 4. galibiyetini aldı.
  • Whitmarshlı McLaren 62.yarışında 15.yarışını kazandı.
  • Ferrari 2004'den bu yana bu pistte yarış kazanamıyor.
  • F. Alonso bir sezondur her yarıştan puan çıkarıyor, en son Kanada 2011'de kazaya karışmıştı.
  • Perez ve Grosjean kariyerlerinin 2. podyumuna çıktılar.
  • Sezonun en istikrarlı pilotları bütün yarışlardan puan alan Alonso ve Hamilton olurken, Mercedes de Schumacher'in aracındaki istikrarlı sorunlarıyla ikiliyi takip ediyor.
5 farklı takımdan 5 galibiyet geldikten sonra sanırım 2.tura başlamış bulunuyoruz. Red Bull ve McLaren ikişer kez kazanan ilk takımlar oldular. Sezonun yavaş yavaş oturmaya başladığı şu zaman diliminde -ki ben hala şüpheliyim- Red Bull'un oldukça güçlü olduğunu gördük cumartesi günü. Cuma günü ise Lewis Hamilton iki antrenman turlarında da en hızlıydı. Cumartesi artan sıcaklıkla McLaren cumartesi önceki hızına erişemedi, iki gün arasındaki sıcaklık farkı 20 dereceye yakındı. McLaren'in yavaşlamasına rağmen Lotus ise beklendiği kadar hızlanamadı. Cumartesi Q1 ve Q2'deki tablo Red Bull, Ferrari ve McLaren'i gösteriyordu arkasından da bu hafta sonu hızlı olması beklenen Mercedes'di. Grilerin Monaco'da en hızlı olmaları ne kadar garipse burda da yavaş olmaları o kadar garipti, bu sene garipliklere oldukça alışan F1 dünyası da bu yavaşlığı pek sorgulamadı zaten. Yine de cumartesiden elimizde kalan bilgi Red Bull'un çekişte en iyi araç olduğuydu. Max. hız da en arkada olsalar da bu cumartesi önemli bir dezavantaj getirmezken pazar günleri kimi anlarda atak yapmakta sıkıntı çektiklerini gördük. Kanada'daki sıralama Valencia'da çok değişmezse eğer takımların lastikleri anlamakta yol kat ettiklerini varsayabiliriz yok İspanya ve Monaco gibi şaşırtan sonuçlar olursa diyecek bir şey yok. O zaman Horner haklı çıkabilir.

Mercedes'in sıralamalarda hızlı olduğunda yarışlarda da hızlı olduğunu gördük ilk iki yarış dışında, Kanada'da da yavaş bir cumartesiden sonra Rosberg ilk turlarda yine yavaş kaldı. Massa DRS'ye bile gerek kalmadan ikinci turda geçti Rosberg'i. Yine yarışın ayrıntılarına girmeden Lotus ve Sauber'in lastikleri korumada farklı dünyalarda olduğunu gördük. Önümüzdeki yarışlar muhtemelen daha da sıcak olacak, cumartesi biraz daha hızlı olabilirlerse Lotus'ları durdurmak çok zor olabilir, üzerine Kimi'nin direksiyon problemleri çözülürse şampiyonluk adayıdır benim gözümde. Diğer sıkıntılı pilot Massa da podyuma çıkabileceği yarışı heba edip sadece 2 puan alabildi. Yine de son iki yarıştaki gözle görülür ilerlemesi bir iki yarış içinde çok iyi bir sonuçla taçlanabilir Brezilyalının. M. Schumacher'in ise yarış sonu nasıl oldu da kendi garajını basmadı ben hala şaşırıyorum, bu kadar hataya denilecek bir laf yok artık. Mercedes hem Schumacher'in şampiyonluk şansını heba etti hem de takımlar klasmanınında sene sonunda bir sıra kaybettirebilir takıma kaçan puanlar. 

Yarışın galibi Hamilton'un son 4 galibiyeti de (Çin, Nürburgring, Abu Dhabi 2011, Kanada 2012) benzer özellikleri taşıyor. Hamilton'un yerinde ve kritik hamleleriyle ve pit duvarında kazanılan yarışlar. Son üçünde de Ferrari'ye karşı kazanılmış zaferler ; evet Ferrari bu sene pit stratejilerinde daha iyiler ve daha az hata yapıyorlar fakat öldürücü darbeyi henüz vurabilmiş değiller, İspanya'da Williams'a burda da McLaren'e karşı pit duvarında kaybediş. Red Bull ise açık ara pit stratejilerinde en iyi olan takım. Az veya çok, önce veya geç pit yapıp, bir şey yapıp edip pitlerden avantajlı çıkmayı beceriyorlar, bu yarış aldatıcı olabilir, bu sezon geriden başladıkları birçok yarışta önemli hamleler yaparak potansiyellerinden fazla puan kazandılar, bu açıdan hem McLaren'den hem de Ferrari'den daha iyi şekilde 'büyük takım' gibi yarışıyorlar.

Taktik Savaşları

Yarışa gelirsek, startta değişmeyen sıralama pitlere kadar devam etti. 17.turda pite önce Vettel, 18.turda Hamilton ve 20.turda da Alonso girdi. Pirelli ile alışageldiğimiz 'önce giren kazanır' burada tam tersi işledi, sıralama tam tersine dönmüşken Hamilton Alonso'yu aynen geçen seneki Nürburgring'deki gibi kritik bir hamleyle geçerek liderliği ele geçirdi. Sonrasında farkı yavaş yavaş açarak bi ara farkı 4 sn.'e kadar çıkarmaya başardı. McLaren'in rakibi iki takıma karşı pit çıkışlarında lastiklerini daha kolay ısıtması onları taktik savaşlarında bir adım öne çıkarıyor. Hamilton'un stintin başlarında farkı açması geçen sene kazandığı yarışlarda da benzer şekillerde olmuştu. Stint sonlarında azalan farkı da önce pite girerek tolere eden McLaren ve Hamilton bu yarışları kazanmayı başardı. Kanada'da ilk pitlerden sonra Hamilton Alonso'yu geçtikten sonra uçarken Alonso ve Vettel bir süre DRS bölgesinde birbiriyle çekiştiler. Yarış öncesi kimsenin aklında olmayan Grosjean ise 22.turda pite girdi. Yani Alonso'dan iki tur sonra. Raikkonen ve  Perez de 4. ve 5. giderken Webber'in önemli zaman kaybetmesini sağlayıp 40. ve 41.turda pite girdiler. Grosjean ön gruptan yavaş kalan Webber'in arkasında zaman kaybediyordu ikinci pitlere kadar, muhtemelen bunu o dahil yarış esnasında kimse bilmiyordu. Webber'in 52.turdaki pitinden sonra Grosjean rahatlamış ve daha iyi dereceler yapmaya başlamıştı. 53.turda 16.1 sn olan Alo-Gro farkı 63.turda 6.9'a indi. Zaten Alonso'daki kritik düşüş 53.turdan itibaren başladı ve o andan sonra bir daha 1.17'li turlar atamadı. Fransız ise son 20 tur bir iki istisna dışında hep 1.17'li turlar attı.

Lotus ve Sauber'in son turlarda farklarının ortaya çıkması bir set lastiğin bu denli uzun süre kullanılmasıyla oldu. Şayet takımlar iki pit yapsalardı eğer, Lewis de 3, son turlarda farklar öldürücü derecede olmayacaktı. Ne olursa olsun pit yolunun kısa, DRS ile geçişin kolay olduğu bir pistte az pit yapmak çok istisnai durumlar dışında düşünülmemesi gereken bir seçenek olmalı. Hamilton'ın pite girdikten sonra avantajlı olan taraf yine de Alonso ve Vettel gibi duruyordu. Hamilton tur başına 1 sn. ile gelse bile geçiş yapmak zorunda kalacağı için liderliği alması zor gözüküyordu. 58. turdan itibaren Hamilton artık tur başına 1.6-1.7 sn hızlı olmaya başlamıştı ki o noktadan sonra her şey çok kolay oldu McLaren için. 61.turda Hamilton'a geçilen Vettel'in 2 tur sonra pite girmesi Red Bull'un ne kadar ince bir hesap yaptığını ortaya koydu. Red Bull ne olduğunun farkındaydı ve en azından Alonso'yu geçmek için pite girdiler, Red Bull her ne kadar geç kalsa da şu hamleyi yapabilmeleri gerçekten alkışlanması gereken bir olay.  Vettel pitten çıktıktan sonra Alonso'dan tur başına 2.5-4 sn hızlı gelip 4.olarak her puanın önemli olduğu sezonda 2 puan daha fazla kazandı, 99'da hep Irvine'ın Fransa'da Schumi'ye yer vererek kaybettiği 1 puanın sene sonunda ne kadar önem kazandığını sık sık ahlar vahlar içinde anıldığını hatırlarsak Red Bull'un ince bir işçilik çıkardığını söyleyebiliriz.

Romain sadece tek pit yapan diğer pilotlardan hızlı değildi, aynı zamanda kendisinden fazla pit yapmış Hamilton'dan sadece 0.4-0.7 sn aralığında yavaştı. Yarışın başında 45 derece olan pist sıcaklığının 39 dereceye kadar düştüğünü de söyleyelim. Çok da sıcak değil aslında. -Merakla bekliyoruz Valencia'yı.- Yarışın kısa özeti ise çok pit az piti yendi. Kanada'daki taktik savaşı hem sezonun geri kalanını da hem de seyir zevkini etkileyecek. Alonso ve Vettel'in önemli kayıplarından sonra daha az pit-stopu tercih etmek konusunda takımlar daha ihtiyatlı olacak ve 2010'u andıran tek pitle yarışı bitirmeye çalışanlar Lotus ve Sauber dışında pek görülmeyecek gibi, en azından ben öyle ümit ediyorum. Daha fazla pit-stop daha fazla heyecan demek oluyor bizler için yani yarışın tek galibi Hamilton değildi, diğer kazananlar Pirelli, Fom ve taraftarlar oldu. Eğer elimizdeki lastikler -şimdilik- bunlar ise daha fazla piti kesinlikle tercih ederiz (günün birinde Pirelli tartışmalarının 'yakıt ikmali yasağı' ile eklemleneceğini düşünüyorum, hadi inşallah).

Yarışın en kritik bölümüne tekrar dönersek ; Hamilton'ın ikinci pitinden önce Alonso ile farkının 3 sn. civarında dolaştığını gördük fakat McLaren'in pitten önceki son turunda Alonso'dan 0.6 sn yavaş kalmıştı üstelik önünde trafik yokken. Bu tur 49.turdu ve Hamilton 1.18.5 yaparken Alonso 1.17.8 yaptı. Alonso bu tur hızlı olsa da 48. ve 50.turda 1.18.1'de kaldı. Hamilton 50.turdan 51.tura geçiş yaparken pite girdi, 50.tur içerisinde ilk iki sektörde ne yaptığını öğrenemedim maalesef ; yarışta o tur içerisinde farklar gösterilmiyordu. Kaba saba hesapla 0.3-0.4 sn yine yavaş kaldığını düşünürsek 50.tur içinde McLaren doğru bir zamanlamayla Hamilton'ı içeri aldı. Pit stratejilerindeki üç anahtarın ; doğru zamanda içeri gelmek, özellikle bu yıl gridin birbirine yaklaşmasıyla pit çıkışlarındaki trafiği kontrol etmek ve stintin başlarında lastiği ısıtmak. Lastikleri ısıtmanın zor olduğu pistlerde erken girmek dezavantajlı hale gelebiliyor, Nürburgring ve Kanada gibi. İspanya'da Maldonado'nun erken pitlerle ne kadar avantaj kazandığını görmüştük, burda da Vettel erken girerek iki sıra kaybetti. Öyle ki yeni lastiklerle Vettel, Hamilton ve Alonso aşınmış lastikleriyle Grosjean'la aynı dereceleri yaptılar. Şayet Lotus Grosjean'ı bu üçlüyüyle savaştığını hesap ederek pistte tutabildiği kadar tutsaydı yarışı kazanmaları içten bile değildi. Bu sene denklemde o kadar çok bilinmeyen var ki, herkesin herkesi hesap etmesi gerekiyor. Önümüzdeki yarışlarda Lotus ve Sauber'e özel bir dikkat kesileceği kesin büyük takımların. Kanada'dan sonra 'Bekara karı boşamak kolay' düsturuyla atıp tutmak kolay gözüküyor, Gilles Villeneuve pisti takımlar için bir ders oldu, bu tip taktik savaşları izlettirme konusunda daha muhafazakar davranacaklardır.

McLaren uzun zamandır bu kadar sevinmemişti sanırım.
Yine yeniden lastiklerin büyük bir faktör olmayacağını varsayarak Valencia'da Kanada benzeri bir sonuç görebiliriz, takvimin açık ara en boğucu pistinde aerodinami son iki yarıştan daha çok öne çıkacak, geçen sene RBR'nin son sektörde neler yaptığını hala hatırlıyoruz. McLaren'in biraz daha güçlü olması beklenebilir, Hamilton sezon arası öncesindeki 5 yarıştan belki de en yavaş kalacakları pistte (McLaren'in yarış hızı da oldukça şaşırtıcı ve iyiydi) yarışı kazanarak bir avantaj elde etti keza özellikle Silverstone olmak üzere diğer yarışlarda ön plana çıkmaları muhtemel. Ferrari önemli adımlar atarak bulunduğu noktaya kadar geldi, onların da gerçek hızı Silverstone'da daha net belli olacaktır RBR ve McLaren'e göre. Ne olursa olsun sene başında Q3'e kalmaya çalışan takımın yavaş yavaş pol mücadelesine girmesi bile kesinlikle alkışlanması gereken bir gelişme. Maalesef 2012'nin Formula 1'nde lastikleri konuşmaktan kimin hangi güncellemeyi getirdiğiyle ilgilenmiyoruz bile. Puanlara bakarsak ; Hamilton'un 88 puanla lider olduğu şampiyonada ortalama 12.5 puan yapmış, 2010'da Vettel ortalama 13.5 puanla şampiyon olduğunu hatırlarsak, bu gidişle 2010'dan bile daha az puanla şampiyon olabilir bir pilot. Bu arada Vettel 2011'de 392 puanla şampiyon oldu. Vettel geçen sene bu zamanlar 161 puanla uçup gidiyordu. Unutmadan HRT Q1'de liderden sadece 2.8 sn yavaştı, De La Rosa iki Marussia'yı da geçerken, Vergne iki Caterham'a da geçildi.Pistin kısa olmasının etkisi olsa da hiç yoktan güzel bir gelişme. Benzersiz sezonda madem herkes yarış kazanıyor, Lotus ve özellikle Sauber'in de yarış kazanmasını isterim, hazır böyle bir sezon yakalanmış, iyice rekorları alt üst etsin bari. Lastiklerin daha çok anlaşılması dileğiyle...



9 Haziran 2012 Cumartesi

Euro 2012'ye başlarken

Turnuva'nın Doğu Avrupa'da düzenlenmesi güzel oldu.
Yine yazımıza geç kalarak başlıyoruz, dün A grubu maçları oynandı bile. Bugün de B grubunun ilk maçları var. Bunlara takılmanın anlamı yok zaten sohbet tarzında bir Avrupa Şampiyonası yazısı olacak. Öncelikle Bağış Erten, Uğur Meleke, yazihaneden.com, Eurosport Türkiye gibi yazar ve siteleri okuyarak bildiklerimi tazeledim ve yeni şeyler öğrendim yani öyle aman aman bilgim yok sadece bir 'turnuva fanatiği' olarak konuşmayı çok seviyorum, artık yazıyorum da. Ne çok benden konuştum, bu egomun yüksek olmasından değil, yanlış anlaşılmama gayretimden, buraya kadar yazdıklarıma dayanabilenler için gerisi güzel olacak. (Ayrıca ilk F1 dışı yazım)

1960'da 4 takımla başlayan turnuva Dünya Kupası gibi ağır bir tarih çalıştırması gerektirmiyor. Önce 8 takım sonra da 96'da 16 takıma çıkan turnuva 2016'da ise 24 takıma çıkacak. Turnuva benim gözümde Dünya Kupalarından bir türlü istediğini alamayan takımların turnuvası biraz da. Platini'nin tek kupası 1984 Avrupa Şampiyonası'ydı. Yakın zamana kadar turnuvaların müzmin takımı İspanya'nın da tek kupası bir Avrupa Şampiyonası'ydı keza Hollanda da öyle. Almanya yine 3 kupayla en çok kazanan takım, İspanya'nın ise 2. İspanyollar bu turnuvayı kazanırsa üst üste 3 tane büyük turnuva kazanan tek takım olacak. En güzel turnuvalara gelirsek 80'lerin çocukları Euro 88'i çok severken bizim için kesinlikle Euro 2000. Muhtemelen gelmiş geçmiş en iyisi de. Fransa'nın kazandığı iki kupa da ciddi manada kaliteli, eğlenceli ve dramatikti. Euro 2004'den hiç bahsetmeyelim isterseniz ; Portekiz'in bir türlü kuıpa kazanamaması da cabası. 96, 2000, 2004 ve 2008'de güçlüydüler, iddaalılardı. 0 kupa. 2000'de hala içimizi kanatan (hakem Xavier'in eline çarpan topa penaltı dedi) penaltıyla yarı finalde elenen Akdenizliler 2004'de finalde Yunanlılara yenildi maalesef. Bir paragrafçık da Çeklere, onlar da 96'da finalde Almanya'ya boyun eğip, 2004'ün en iyi takım olup tarihte 'gümüş gol' saçmalığıyla elenen tek takım olabilirler. Hollanda'yı es geçelim, grupta konuşalım. Türkiye de ev sahibi takımı eleme rekorunu elinde bulundurabilir, 2000'de Belçika, 2008'de İsviçre hatta 2002'de Kore ve Japonya'yı da ekleyin. Eklemeden geçmek istemiyorum, Doğu Bloku dağıldığından beri en fazla 'Demir Perde'li ülke katılımıyla düzenlenen turnuva olabilir, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Rusya, Ukrayna, Hırvatistan. Bu bilgiyi doğrulamak isterdim fakat bu gibi garip istatistikleri başka tutan var mı bilmiyorum. Haydin gruplara geçelim..

A Grubu ; Rusya, Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Yunanistan. Evet futbolda hala büyük takım, küçük takım ayrımı var, bakınız A Grubu ve B Grubu. Radikal'de vardı dün (08.06.2012) Yunanistan Varşova Paktı'na karşı diye, grubu da biraz bu belirleyecek ; Yunanlıların savunması. Rusya çoğu kişi tarafından öne çıkarılan takım burada, Polonya da taraftar gücüyle kendini zorlayacak. Burda ümitli vaka Rusya ve Polonyalılar, onların da çeyrek finalde B Grubu'ndan gelen takımlara karşı işleri çok zor. Gruptaki maçlar Varşova ve Wroclaw'da. Bu sistemi hiç sevmedim, bence takımlar şehirleri dolaşmalı.

B Grubu ; Ölüm Grubu : Almanya, Hollanda, Portekiz ve Danimarka. Grupta sevdiğim takımlar Hollanda ve Danimarka. Almanya'nın Hollanda, Hollanda'nın da Almanya gibi oynadığı tarihi zaman dilimindeyiz, bunu ileride anlatabiliriz çocuklarımıza. Hollanda'nın utanç kaynağı diye oyun tarzıyla neredeyse Dünya Kupası'nı alıyordu. O kadar kupa kaybettikten sonra bu sistemle birazcık da oynamalarına hakları var diye düşünüyorum. Toplu savunmaları iyi olsa da, defans hattı çok da sağlam değil ve aslında hücüm hatları da 90'ların sonu, 2000'lerin başındaki güçlü değil kanımca. Ya da eskisi gibi korkutmuyor olabilirler. Almanya ise güzel bir jenerasyon yakalamış, Münih orijinli takımıyla izlerken zevk veriyor. Bu futbollarının 'Oğlum Almanların ne yapacağı belli olmaz, bunlar 86'da...' diye geyik yapan büyüklerimizi bir kimlik bunalımına soktuğu da kesin. Futbolseverlerin hemen hemen hepsi de Almanya'nın kazanıp Hollanda'nın kaybetmesini istiyor ki sonuna kadar haklılar da. Danimarka ise zayıf olsa da averaj takımı olmayacağı kesin. Bir Tomasson olsa işte o zaman bir şeyler yapabilirlerdi bu grupta. Hücumda sıkıntıları var ve bir yıldızları yok İsveç'den farklı olarak. Portekiz'le ilgili klişe cümleleri bir kenara bırakıp 'savunması kötü olan takımın turnuva kazanması hemen hemen imkansızdır' düsturuyla hareket edip ucunu açık bırakalım ne olur ne olmaz.

C Grubu ; Dünyada kötü oynayıp turnuva kazanabilen iki takım vardır ; Biri Almanya diğeri de tabii ki İtalya. Lippi'den sonra hem 2008 hem de 2010'dan hüsranla ayrıldılar. Hem zamanın etkisi hem de şike davasıyla kendi içine kapanan İtalyan futbolunun bu sene eski kimliğine yavaş yavaş kavuştuğunu düşünürken yine bir şike skandalı. İtalya'nın işi zor ama yerli basın klişesine uyarak takım olabilirlerse D Grubu'ndan gelen takımların da eski güçlerinde olmadığını düşünürsek yarı finali görebilirler. Turnuvada sürpriz adayım İtalyanlar. İspanya bu sefer ağır aksak demiştim fakat lakin yine de üç favoriden biri. Mata, Lorenthe, Silva gibi oyuncuları es geçmişim, İspanya hala çok güçlü. Yine de bir takıma değil de kadere yenileceklerini düşünüyorum. Şu an her şey İspanya'nın kazanamayacağına dair işaretlerle dolu yine de kazanırlarsa ayakta alkışlamak yetmez, koltuğun falan üstüne çıkmak gerekir. Hırvatlar da formalarıyla her daim sempatik bir takım olmuştur. İrlanda ile beraber İtalya'yı gözüne kestirmiş durumdalar, gruptan çıkmaları şaşırtmaz. İrlanda ise olur mu olur.

D Grubu ; Yine iki favori, yine onları zorlayacak iki takım. Gerçi ben İngiltere'nin artık büyük takım statüsünden sayılmaması gerektiğini savunsam da basın beni pek dinlemeyecek gibi. Ve Raymond Domenech artık yok, dünyanın en kötü teknik adamı, evet abartmıyorum, bence öyle. Zidane jenerasyonu bittikten sonra bile Fransa 2006, 2008 ve 2010'un en iyi takımıydı, en azından en iyi üçünden biriydi. Artık yeni jenerasyon  ve Blanc var. İspanya'ya kader demiştik, işte onların kaderi Fransa olabilir. Bu arada genelde sıkıcı milli takım formaları yapan Nike artık Adidas'ın iğrenç Fransa formalarından sonra Fransa'ya torpil geçerek hoş bir tasarım yapmış, Fransa açısından her şey yeni anlayacağınız. İsveç ; daimi favorim. Portakallarla beraber, sarı rengiyle turnuvaların en hoş takımlarından. Ukrayna'yı alt edip gruptan çıkabilirlerse C grubundan gelen takıma göre yarı final veya final için umut var az da olsa. Çünkü Fransa ve İngiltere de yenilmeyecek takımlar değil keza İtalya veya Hırvatistan da. Burda taraflı konuşuyorum ki İngiltere'yi hiç sevmem. Capello'dan sonra ne yapacaklar bilinmez ama çok umutlu değiller bu da onları normalden daha fazla favori yapıyor, kupaya uzanmaları ise gerçekten çok zor. Ukrayna ise 2006'daki formda değiller tek avantajları kendi sahalarında oynamaları.

Toparlarsak ; takımlar hakkında geniş bir bilgiye sahip değilim maalesef gözden kaçırdıklarım, basit cümlelerle geçiştirdiklerim için şimdiden özür dilerim, bunu turnuva boyunca takımları izledikçe telafi edebilirim. Grup sonrası eşleşmelere gelirsek ; UEFA'nın bu yaklaşımı çok yanlış, çünkü aynı gruptakiler yarı finalde birbiriyle eşlebiliyorlar, bunun finale kadar olmaması gerekirdi. 2008'de biz neredeyse Portekiz'le yarı finalde yine oynayacaktır, bu turnuvada özellikle B grubundan çıkan takımlar yarı finalde yine birbirleriyle oynaması kuvvetle muhtemel. Bu arada unutmadan A ile B Grubu ve C ile D grubu birbiriyle eşleşecek. Biz de yine son maçlar öncesi hesap kitap işleriyle eğlenecez. Turnuvanın düzenlendiği Polonya ve Ukrayna'daki stadlara da ayrı dikkat kesilecem, hakem performanslarını da yazabilirim bazı bazı. Günlük tutmayı planlıyorum ya da grupların 1, 2 ve 3. maçları, çeyrek final, yarı final ve final diye de ayırabilirim turnuvayı, amirimin deyimiyle bakıcaz. Şimdi benim tahminlerime ve absürd şekilde kategorize edilmiş takımlarıma gelelim, işin en zevkli kısmı da burası..Son olarak bol dramatik anı olan bir turnuva dileğiyle..Esen kalın.

Şampiyon : Almanya
Sürpriz Şampiyon : Fransa, Portekiz, İtalya
En Sürpriz Şampiyon : İsveç, Hırvatistan
En Kötü Takım : Çek Cumhuriyeti
En Sıkıcı Takım : Yunanistan, İtalya
En Heyecan Verici Takım : Almanya, İspanya
Hayal Kırıklığı : İngiltere, İtalya, İspanya
Final : Almanya - Fransa
Olmasa Da Olur : İrlanda, A Grubu
En Şok Edici Takım : İtalya





7 Haziran 2012 Perşembe

Ferrari'nin Ütopyası

Kırmızı ağırlıklı bir yazı olacak..
Ferrari'nin ütopyasına yani 2.pilot politikasını üzerine kafa yormuşluğum az değildir. Çıkış noktam ise F. Massa oldu. Massa'nın özellikle 2011'den itibaren yaşadıklarıyla şekillenen bu düşünceyi Ferrari'nin 2. pilot politikasının günümüz Formula 1'inde ütopyaya benzetmeye başladım. Şimdi geriye salalım, 2006'ya Schumacher - Massa ikilisine.

Aslında 99'a saradabiliriz kasedi, ne alaka diyeceksiniz. 99'un son yarışında M.Hakkinen'in şampiyonluğu için yarışı kazanması gerekiyordu ve yarışa ikinci sıradan başlıyordu, İngiltere'de kaza yaparak birçok yarışı ve şampiyonluk şansını kaçırmış Schumi'nin arkasında. Startta zorlanmadan Schumi'yi geçmiş ve yarışı kazanarak şampiyon olmuştu, Irvine da üçüncü olarak şampiyonluğu iki puanla kaybediyordu (İkinciliği bir anlam ifade etmiyordu Hakkinen'in kazanmasıyla). O zaman NTV'de yarışı anlatan Okay Karacan ilginç şekilde Schumi'nin yıllar sonra bu yarışla ilgili yapacağı itiraflar olabileceğini söyleyip durmuştu (yoksa bir iki kere mi söyledi, tam hatırlamıyorum). Açıkçası konumuzla direkt bir alakası yok ama aklıma gelmişken yazayım dedim, F1'de yok yoktur. Kimseyi zan altında bırakmak istemem, zaten F1 dünyasının beni ipleyeceğini de zannetmiyorum. Demek istediğim klişelerle zaman kaybetmeyelim -öyle demek istememiştim cart curt- blog yazısı yazıyoruz, köşe yazısı falan değil.

Massa İstanbulpark'da ilk galibiyetini omuzlarda kutluyor.

2006'da ise Kırmızılarda tam 7 şampiyonlu M.Schumacher ve çiçeği burnunda bir Ferrarili F. Massa vardı. İşte bu pilotlar Ferrari'nin ütopyasını gerçekleştirebilecek ikiliydi. M. Schumacher hızlı aracıyla en önde, Massa ise hem onu zorlayamayacak ama ardından gelen takımın hızlı isimden de hızlı olabilecek kapasitede bir pilottu. Çok çok ince bir denge. McLaren'in Kimi'yi 2005 yılında şampiyon yapamamasında mekanik arızalarının yanında Montoya'nın bu rolü yerine getirememesinin de etkisi vardı (Zaten Montoya da o tarz pilot değil). Türkiye'deki ilk yarışın sonlarında Montoya 2. giderken son turlarda yerini Alonso'ya yerini kaptırması McLaren taraftarlarına 'Biz neyle uğraşıyoruz arkadaş' tepkisi verdirtmiş muhtemelen. İtalyanlara dönersek, 2006 yılında Schumacher'in 26 puandan geri dönüşünde Massa'nın da katkısı önemliydi.

                                                           1999 Japonya GP Startı

2006 yılındaki bu uyumun önemli bir sebebi belki de M. Schumacher'in kariyerinin sonunda olmasıydı. Kim gelirse gelsin Ferrari'de Schumacher'in yerini tartışamazdı yani biri Ferrari'ye geldiğinde ikinci pilot görevini de bir nevi kabul etmiş oluyordu.-Benim şu kısa spor tarihimde en çekindiğim rakiplerdi; Schumacher'li Ferrari ve Del Bosquet'li Real Madrid, aman Allah'ım- Massa ilk sezonunda fena bir iş çıkarmamış, Türkiye ve Brezilya'daki pol ve galibiyetleri gelecek için iyi işaretler olarak okundu. 2007'de ise genelikle Kimi ile başabaş bir iş çıkarmış fakat sonunu getirememiştir. F1'deki en büyük yanılgılardan biridir Massa'nın Kimi'nin yanında ikinci pilot görülmesi özellikle de Massa'nın 2008 performansını Kimi'nin kötülüğüne bağlamakla. 2007 yılında İtalya'ya kadar yani 17 yarışın 12'si bittiğinde Massa Raikkonen'den 1 puan öndeydi. İlk 4 pilotun da 3'er galibiyeti vardı, Massa'nın şu an gridin en yetenekli üç pilotu olarak düşünülen pilotlarına karşılık iyi bir performans çıkardığını görüyoruz. İtalya'da Massa'ya yarış dışı kalmış internetten öğrendiğim kadarıyla ve Ferrari'nin McLaren'in ultra istikrarlı iki pilotuna karşı tek bir pilota odaklanması gerekiyordu artık çünkü 10 puanın üzerinde gerideydiler. Son yarışta herhangi bir McLaren'in Ferrari'lerin arasına dalması şampiyonluk için yeteceğini hesaba katarsak da Massa'nın çok hassas bir iş çıkardığını görebiliriz. Bu kısa 2007 analizi de Schumacher - Massa dengesinin ne kadar ince olduğunu gösteriyor.
2010 Hockenheim sonrası gerginliği yakalayan çok iyi kare.

2010'a gelindiğinde ise Ferrari 'böyle ikililer bize yaramıyor arkadaş' deyip Alonso'yu takıma lider olarak getirdiler. Massa da taa o zaman biliyordu ki Alonso bu takımın asıl pilotu olacağını. 2010'da da Hockenheim'a kadar Massa Alonso'ya kıyasla fena bir iş çıkartmadı ve yine Ferrari'nin bir seçim yapması gerekiyordu ve doğal olarak puan olarak öndeki Alonso'yu seçtiler. Hızlanan ve form tutan Alonso ve Ferrari tam şampiyonluk yarışına girmişken Alonso'nun Belçika'daki kazası o seneki şanslarını bitirecekken Ferrari'nin kendi evindeki yarış çok önem kazandı. Ferrari cumartesi 1-3 yaparak hızını gösterdi fakat Button'un iyi kalkıp liderliği aldığı startta Alonso yavaş kalmıştı, bundan yararlanmak isteyen Massa -bence- takım emirlerine hiçe sayarak Alonso'yu geçmeye çalıştı ama takım arkadaşıyla çekişirken boşluktan yararlanmak isteyen Hamilton'un süspansiyonun kırarak ilk turda yarış dışı kalmasına neden olarak istemeyerek de olsa Alonso'ya yardım etmiş oldu. Zira Hamilton'un yarış dışı kalmadığı bir durumda işler çok fena karışabilir Ferrari'nin mükemmel hafta sonunu mahvedebilirdi McLaren. Kazaya tabii ki Lewis'in kamerasından bakmıyoruz, tamamen Massa'nın aracının üzerindeki kameradayız, çünkü diğer kameralar diğer konular demek. Monza 2010 startını izlemeye çok uğraşsam da bulamadım nette belki de ben çok dramatik hatırlamak istiyorum olayı, ne olursa olsun Hamilton'un o kazası şampiyona belirleyen önemli olaylardan oldu. Diyeceğim şudur ki, Alonso 2010'da şampiyonluğu kazanmasa da artıkın Ferrari'de Schumi'den sonra aradığımız pilotu bulduk havası vardı.

2011 İspanya Gp'si öncesi uzatılan Alonso'nun sözleşmesiyle beraber Alonso ve Ferrari mutlu bir evliliğe doğru ilerlerken Massa'nın durumu da her geçen gün kötüye gitmeye başladı. Tekrar belirtmek isterim ki yazıdaki 'adamımız' Massa, ona odaklanıyoruz ve Ferrari'nin ikinci pilot uygulamasına. Massa ve Ferrari'nin yakın görünen ayrılıklarından sonra 'Ferrari ne yapacak ?' sorusu artık herkesin tahmin yürüttüğü bir oyuna döndü. Massa'nın koltuğuna yazılmayan bir pilot kalmadı sanırsam. Önceden yazılan Kubica, Rosberg veya Button gibi pilotlar bana çok gerçekçi gelmedi, bunların hiçbiri ikinci pilotluğu kabul edecek pilotlar değil kesinlikle. Bunu niye diyorum, Ferrari Alonso ile yaptığı uzun sözleşmeyle ikinci bir Schumacher benzeri yapılandırmaya gideceğini açıkça belli etti. Takımda lider pilot artık Alonso, bunu tartışmak yersiz. O zaman takıma kim gelebilir ? Yine Schumacher - Massa dengesine benzer bir ikiliyi bu sefer Alonso ile yapmak zorundalar. Yine Schumacher gibi takımda konu tartışılmayacak bir Alonso var fakat Alonso'nun Massa'sı kim olacak ? Perez de Massa'nın Ferrari'ye gelmeden önceki halini andırmıyor değil. Schumacher'in Massa'sına karşılık Alonso'nun Perez'i.

Perez'in geldiğini varsayalım, yine Ferrari'nin ikinci pilot uygulaması ütopik gözüküyor. Ferrari en hızlı aracı yaptığında bile Alonso'nun polü aldığını düşünelim, Perez'in diğer takımları arkada tutabileceğine güvenmek zor olsa gerek. Üstelik hem gridde bu kadar iyi pilot hem de tek turda ekstra hızlı olan Hamilton-Vettel-Raikkonen üçlüsü varken. Her şeyden önemlisi kardeşim sen ikinci pilotsun demek o pilotun güveninin sarsılmasına, iddiasız bir pilot olmasına yol açarken olduğundan çok daha yavaş hale gelebiliyor. Ben başından beri Massa'daki asıl sorunun bu olduğunu düşünüyorum. Bu saatten sonra iflah olmaz bir noktada bu ilişki, Massa'nın artık Ferrari sonrasını düşünmesini gerekiyor galiba, iyi bir koltuk arayışına girmeli.

Ferrari'nin bu ikinci pilot uygulamasına gün gelip son vereceğini inanıyorum ya da öyle bir fantezi kuruyorum. Bunun da Alonso - Vettel ikilisiyle olacağını düşünüyorum, en azından Ferrari'nin 2016'dan sonra Alonso'yu düşünmediğini farz edersek Alonso'nun son bir iki yılında bu iki pilotun aynı takımda kapışmasını izlettirmeleri çekişmeli ve eğlenceli olabilir. Gerçi takımların seneye hangi seride yarışacağının bile garanti olmadığı bu yarış dünyasında takımlarının hiçbirinin 2016 gibi uzak bir tarihi düşündüklerini zannetmiyorum. Sadece Ferrari'nin lider pilot politikasından vazgeçmeyip, şu an buna Alonso'dan sonra en uygun pilot gibi gözüken Vettel'le devam edeceklerini tahmin edebiliyoruz sadece.

Yine Massa yine Hockenheim yine takım emirleri...

Ferrari dedik ama F1'de her takım az veya çok takım emirlerini uygulamışlığı vardır. Ferrari'nin  hem çok popüler olması hem de takım emirlerini daha belirgin uygulaması onları bu konu açıldığında ilk akla gelen takım olmasına neden oldu. Basının da bu konu çok sevmesi, F1'de takım içi rekabeti farklı bir boyuta taşıdı. Her takımın 2 pilot yarıştırmasıyla bu F1'e özel gerginlik spora önemli ekmek getiriyor. Aslında çok sıkıcı bir sezon olan 2007'yi herkes Alonso-Hamilton rekabetiyle hatırlıyor ve hatırlayacak. Muhtemelen 1988 de sıkıcı bir sezondu ama Prost-Senna rekabeti her şeyden önemli hale gelmişti. Bu konuda bir lafım da Red Bull'a, takım emirlerinde en şeffaf olması gereken takım, isim ve sporda bulunmalarının nedeni itibariyle. Özellikle 2011'de 75 puan öndeki Vettel'in 3 puan kaybedecek diye Webber'i uyarmaları olayın geldiği kötü noktayı net bir şekilde sunuyor. F1 camiasında da 1 ve 2. pilot uygulaması yapmayan takımların şampiyon olamayacağı yönünde bir genel kanı var, üstelik bunu eski pilotların söylemesi çok sinir bozucu. 2007'de herkes Alonso ve Hamilton'un birbirini yediğinden bahseder, doğrudur bir bakıma, insanlar bu popüler konuyu severler ve her iki pilotun da bu nedenden şampiyonluğu kaybettiği düşüncesine inanır ve  biraz da buna sığınır. Oysaki 3 yarış kala Hamilton ve Alonso Raikkonen'den 13 ve 11 puan öndelerdi. Alonso'nun başını Fuji'deki kazası, Hamilton'un da Çin'de kum havuzuna saplanması yaktı. Bunlar olmasa yine ikisinden biri şampiyon olacaktı, yine RBR 2010'da takım emri uygulasa şampiyonluğu kaybedebilirdi.

F1 dünyası biraz da Türkiye gündemine benziyor. Klişe laflar, yüzeysel tartışmalar. Olayların perde arkasında inebilen yorumcu sayısı oldukça az, biz taraftarlar onların ağzından çıkacak lafları canı gönülden dinlerken onlar klişe laflarla geçiştiriyorlar olayı. Galiba daha çok eski pilotlara kızgınlığım, en basitinden Schumacher'in bu sene daha iyi olduğunu herkes görüyor, eskiden bıraksın diyenler, şimdi devam etsin diyor. Bu lafları bizim berber F1 izlese o da eder, gerçi izlemese de eder, konumuz bu değil. Takım emirlerinden buraya nasıl geldik hiçbir fikrim yok lakin yarışlar arası böyle konuları yazmak daha rahat ve eğlenceli oluyor. F1'de bu gerginlik her zaman olacak ve takım arkadaşları hiçbir zaman arkadaş olamayacaklar, takım emirleri de sporun ruhuna zarar vermeye devam edecek yapılması  mantıklı olsun veya olmasın.