22 Ekim 2014 Çarşamba

Üç Dönemin Hikayesi - I

Alonso'nun Ferrari'den ayrılıp 2016'da Mercedes'e geçmek istemesi ister istemez bazı soruları aklımıza getirdi. Böylesine baskın bir araç size kaç yıl şampiyonluk için yarışma garantisi verebilir, Alonso Mercedes'e geçebilirse 2016'da bu kadar güçlü bir aracı olabilir mi ?.. Bu soruların cevabını bulmak için Formula 1'in en hızlı ve popüler araçlarını yıllar içindeki performansını inceleyelim dedik. Bu araçlar McLaren'in MP4/4'ü, Ferrari'nin F2000'i ve Red Bull'un RB6'sı. Üçü de uzun yıllar sürecek hegemonyayı sağlayan araçların ataları oldular.
















Üç aracın da kendine göre hikayesi var ya da üç dönemin diyelim. McLaren'in hikayesi en bilindik, çok güçlü bir araç ve zaman içinde aradaki önemli farkın azalması. Ferrari ise 2000-2002 arası farkı artırırken 2003'teki kural değişiklikleriyle sarsılsa da şampiyonluklara devam etti. Red Bull ise kurtlar sofrasına pek alışık olmadığı için 2010'da büyük sıkıntılar çekti. Şimdi bu üç dönemi sırayla inceleyelim ve içinde bulunduğumuz Mercedes hegemonyası hakkında fikir yürütelim.

1988 sezonuna baktığımızda bir kere daha şaşırdık. Senna'nın saf hız anlamında ne kadar iyi olduğu hepimizin malumu ama McLaren'e geldiği ilk sezonda, takımda 4 sene yarışıp, bunların 2'sinde şampiyon olan Prost gibi birine karşı 16 yarışta 13 pol kazanmış. 2 pol Prost'a, 1 pol da Gerhard Berger'e gitmiş. Yani McLaren MP4/4 16 yarışta 15 pol ve 15 galibiyet elde etmiş. Ertesi sezon yine 15 pol kazanmış McLaren. Senna 13, Prost 2 ve Riccardo Patrese 1. Yarış galibiyeti sayısı ise 11'e düşmüş. Unutmadan 1989 sezonunda turbo motorlar yasaklanmıştı. 88 ve 89 sezonları Senna ve Prost rekabetiyle F1'in dünya çapında bir vites daha artırdığı yıllar olmuştu. Tarihin en iyi aracı, en iyi takım patronu ve tarihin en iyi pilot dizilimi.



Muhteşem Üçlü




1990 sezonu ise Berger'in ve Prost'un yer değiştirmesiyle başlıyor. McLaren cumartesi günleri gücünü korusa da pazar günü Ferrari koltuğundaki Profesör'ün de etkisiyle işler değişiyor ve şampiyonluk bildiğiniz gibi yine Suzuka'ya kalıyor. 90'da McLaren 12 pol kazanırken, galibiyet sayısı sadece 6. Pollerin ikisi Berger'in. '90 takımların biraz daha birbirine yaklaştığı sezon olarak da görülebilir. Williams'ın 2, Nelson Piquet ile Benetton'un 2 ve Ferrari'nin 6 galibiyeti var. Piquet son iki yarışı da kazanmış.

1991 sezonu Senna ve McLaren adına daha rahat geçmiş. Üç dönemin ortak yanlarından biri de bu, üç takım da baskınları sona ermeden önceki yılda rahat şampiyon olmuşlar/oldular. McLaren Senna'nın 8, Berger'in 2 polüyle toplam 10 pol kazanırken, 8 yarış kazanabilmiş. Williams'ın ayak sesleri ise bu seneden duyulmaya başlanmış. 6 pol ve 7 galibiyet. Mansell ve Patrese ikilisi de akla Vettel-Webber ikilisini hatırlatıyor. Gerhard Berger'in de çok güçlü 'ikinci pilot' imajı var maalesef.

Ve 1992 sezonu. McLaren Honda ortaklığı 88-92 arasında sürmüş ama bu 4 değil, 5 sezon ediyor. İnsanlar doğal olarak efsanevi '88 ve '89 sezonlarını hatırlıyor fakat 88'de ortalığı kasıp kavuran McLaren Honda ortaklığı 92'de Williams'a karşı hiçbir şey yapamamıştı. Mansell 14 pol ve 9 galibiyet elde etti. Diğer poller Senna ve Patrese'nin. İngiliz takım 15 pol ve 10 galibiyet kazandı 16 yarışta. Senna 3, Berger 2 ve Schumi de 1 galibiyet aldı. 1992 sezonu bugünlerde sıklıkla atıf yapılan Prost'un boş senesi oldu ve Fransız 1993'te Williams ile pistlere dönüp 38 yaşında dördüncü ve son şampiyonluğunu kazandı. Bu noktada Williams'ın 90'lardaki dominantlığının farkı nedir diye sorarsanız, ki sormak gerek, herhalde belli pilotla özdeşleşmemesi diyebiliriz. Anlattığımız üç dönemde de Senna, Schumi ve Vettel'in önemli katkıları var fakat Williams bu yıllarda 4 farklı pilotla şampiyon oldu ve özellikle Damon Hill ve J. Villeneuve'ün diğer şampiyonlar kadar üst düzey pilot olmadıklarını ekleyebiliriz. Özetle Williams'ın yaptığı iş daha zordu.



1992 Monaco GP : Mansell bütün yarış Senna'nın arkasındaydı, 10 sene sonra aynısını Coulthard Schumi'ye yapmıştı.





























McLaren Mercedes işbirliği ise Williams'ın güçlü formu 97'de bittikten sonra başarıya ulaştı. 1998 ve 99'da en hızlı araca sahip olan takım iki pilotlar ve bir takımlar şampiyonluğu kazandı. Belki 2000'de de en hızlı araca sahiptiler ama o yıl artık yeni bir devrin başladığı yıl oldu. Ferrari tam 21 yıl sonra pilotlarda mutlu sona ulaşırken Schumi'nin katkısı büyüktü. Rubens'in de Hockenheim'daki inanılmaz yarışı. Ferrari dominasyonunun başlangıcı diğer ikisinden bu şekilde ayrılıyor. Hem MP4/4 hem de RB6 rakiplerine göre çok üstündü fakat F2000'in koltuğunda Schumi'den başkası olsa şampiyonluk gelmeyebilirdi. 2000'den sonra 2001 daha kolay geçmiş, 2002 ise hem Schumi adına hem Ferrari adına yeni rekorlar getirmişti.

2000'de Ferrari 10 pol ve galibiyet elde etti, bunlardan 1 pol ve galibiyet de Rubens'in. Artık 17 yarışımız var. 2001'de Schumi 11 pol, Williams 5 ve McLaren 2 pol kazanmış. Galibiyet sayılarında 9 Schumi, 4 McLaren ve 4 Williams. David Coulthard kariyerinin en iyi sezonunu geçirerek şampiyonada 2. olmuştu. Hakkinen kötü geçen sezondan sonra 1 sene ara vereceğini söylemiş ve birçok kişinin tahmin ettiği gibi bir daha da dönmemişti. Sezonları incelerken Senna'nın inanılmaz baskın cumartesi performansından sonra en çok Ferrari'nin her anlamda domine ettiği 2002 sezonunda Montoya'nın Schumi ile eşit pol sayısına sahip olmasına şaşırdık. İkisinin de 7 polü varken, Rubens de 3 polle pik yapmış. Galibiyetlerde Ferrari 15, McLaren ve Williams 1. Schumi ise Williams'ın duble yaptığı Malezya Gp hariç bütün yarışları ya kazandı ya da ikinci bitirdi. Malezya'da üçüncü olmuştu yani 17 yarışın hepsinde podyumdaydı. McLaren de tek galibiyetini Coulthard'la Monaco'da aldı. Tabii Ferrari'nin baskın olduğu yıllarda yakıt ikmali yasağı yoktu, belki de Williams'ın 7 polünde hafif depoyla sıralamaya çıkmanın önemli etkisi vardır.




2000 Almanya GP : Schumi sezon ortası üç yarış üst üste yarış dışı kalmıştı, bu da sonuncusu.Rubens'in en unutulmaz zaferi




























Ferrari'nin 2003 ve 2004 yıllarıyla Red Bull yıllarını diğer yazıda anlatalım. Mercedes'in hikayesi ise en çok McLaren'inkine benziyor. Yeni kurallarla çok baskın bir araç ve iki takım arkadaşının şampiyonluk için kıyasıya mücadelesi. Mercedes'le beraber hikayelerde en garip olanın Ferrari olduğu muhakkak. Aslında Ferrari ve Schumi muhtemel bir McLaren dominasyonunu kırıyorlar 2000 yılında. Evet, Mika Hakkinen çok sevilir Formula 1 camiasında ama McLaren koltuğunda Schumi olsaydı tarih şu an çok farklı yazılmış olabilirdi. Ayrıca Newey ve McLaren uyuşmazlığı da Ferrari dominasyonuna önemli katkılar yaptı. Newey'in Formula 1'de en son çalışacağı takım belki de McLaren'dir. Ferrari 96'da Schumi'yi de katarak başladığı yeni yapılanma beşinci sezonun sonunda meyvesini vermişti ve ondan sonra da durdurulamadılar.

Etiket sıkıntısından dolayı yazıyı ikiye bölelim dedik. Genel değerlendirmeyi ve Mercedes'in geleceği ile düşünceleri de diğer yazıda paylaşacağız. Özellikle belirtmek gerekir ki Senna dönemini izleyemedik ve bilgilerimiz internetten, sağdan soldan bulduklarımızla sınırlı. Ferrari dominasyonunu izledik ama şu an o yıllar da uzak hatıralar gibi geliyor yani ayrıntılara pek hakim değiliz. O yüzden sizin de paylaşacağınız ayrıntılı bilgilerle hatalarımızı öğrenebilir, daha fazla şey öğrenebiliriz. Diğer yazıda görüşmek üzere.

20 Ekim 2014 Pazartesi

Rusya'dan Sevgilerle

2014'ün en sıkıcı yarışını geride bıraktık. Biz de hem üç hafta ara olmasınını fırsat bilerek hem de Rusya'da ilk yarışın şerefine bir yazı döşeyelim dedik.

Birçok transfer dedikodusunun gölgesinde de geçti ilk Rusya Grand Prix'i. Hala birçok netleşmemiş transfer var, Vettel'in Ferrari'ye gideceğine kesin gözle bakılırken, artık Alonso ve McLaren arasında görüşmelerin sert geçtiği herkes tarafından biliniyor.

Soçi'de (Sochi) hafta böyle başladı. Cuma günü antrenmanlar da diğer yarışlara göre farklıydı. Mercedes'e en yakın takım McLaren gözüküyordu ve Toro Rosso hem Ferrari'den hem de Red Bull'dan hızlıydı. Williams inişli çıkışlı olsa da en hızlı ikinci araç ünvanını cumartesi koruması şaşırtmayacaktı. Hermann Tilke'nin son eseri Soçi pisti bu sene yapılan Kış Olimpiyatları tesislerinin yanına yapıldı. İlk başta Kore, Abu Dhabi veya Valencia'ya benzetilse de aslında çok 'karaktersiz' bir pist. Ne olduğunu hala anlayamadık fakat motor gücünün biraz daha ön plana çıktığı bir pist olduğunu biliyoruz. Diğer yandan yarışın sonlarına doğru Putin'in ziyaretinin ekranlara gelmesi eleştirildi fakat taraftalar bu anların yarışın en heyecanlı anı olduğu fikrinde hemfikirdi.






































Sıralamalar beklendiği gibi Mercedes pilotları arasında geçti. Bottas da Q3'te ikiliyi baya zorladı. Bottas ile beraber sıralamanın diğer yıldızı Kyvat oldu. Rus pilot RBR koltuğunu kaptıktan bir hafta sonra kariyerinin en iyi sıralama turlarını geçirerek 5. cebi, yani Alonso'nun yerini kaptı. Diğer yandan Q1 ve Q2'de oldukça güçlü gözüken Magnussen Q3'de istediği turu atamayarak 6. sırada bitirdi cumartesi günü. Q3'te birçok pilot lastikleri ısıtmak zor olduğu için amaçsızca döndü durdu, lastikleri ideal ısıya getirmek kolay olmadı. Zaten Soçi'nin bu yapısı da yarışa damga vurdu, Allah bilir Bridgestone lastikleri olsaydı pilotlar Q1'de taktıkları lastiklerle yarışı bitirebilirlerdi.

Pazar günü yarış ise ilk virajda belli oldu. Rosberg normalden daha iyi kalkarak bu sefer Hamilton'ı zorlamayı başardı, biz öyle sanmışız. Alman çok geç fren yaparak daha ilk turda lastikleri yaktı. 2. tura yeni lastiklere başlayan Rosberg yumuşak lastikten kurtulmuştu. Bundan sonrası pilotların birbirleriyle yavaş yavaş farkları açmalarına şahit olduk ve Rosberg ile Massa'nın geçişleri dışında pek aksiyon olmadı. Bottas ilk bölümde Hamilton'a yakın bir tempo tuttururken, McLaren de Ferrari'den bir nebze hızlıydı. İlk başta Button için muhtemel gözüken podyum Rosberg'in bir daha pite girmemesiyle gerçekleşmedi. Alonso iyi kalkarak 4. sıraya kadar çıkarken, Magnussen startta çok iyi iş çıkardı ve ilerleyen birkaç turda da Vergne'i geçerek İspanyol'u izledi ilk pitlere kadar. Diğer yandan Toro Rosso göründüğü kadar hızlı olmadığı anlaşılırken iki pilotuyla sürekli yer kaybettiler. RBR de cumartesiye göre daha iyiydi.

Pitlerin başlamasının ardından gözler Rosberg'in pozisyonuna çevrildi. Böyle giderse Rosberg podyuma çıkacaktı. Öyle de oldu, Button Rosberg'in arkasında çıktı. Herkes Rosberg'in ne zaman tekrar pite gireceğini hesaplarken o daha eski lastiklerle Bottas'ı bile geçti. Evet arada 20 turluk lastik farkı vardı ama bu pistte lastiğin ömrü çok uzun olduğu için fark 2-3 turluk gibiydi. Mercedes'in aracı da oldukça güçlü olduğu için lastik dezavantajı neredeyse görünmez oldu ve Bottas Rosberg'i zorlayamadı. Alman pilot herkes gibi tek pitle yarışı bitirerek hasarı minimuma indirdi.

Rosberg demişken Almanya GP'den beri yarış kazanamadığı hatırlatalım. Hamilton gibi birini şampiyonada geçmek için pazar günleri daha az hata yapmak gerekiyor. Macaristan, Belçika, İtalya, Japonya ve en son da Rusya GP Rosberg için pek iyi geçmedi, kendi standartlarına göre de kötü yarışlardı aslında. Hamilton'ı sıralamalarda bu kadar zorlayabiliyorken puan olarak geride olması hiç iyiye işaret değil. Şayet Button veya Alonso cumartesi günleri Rosberg kadar güçlü olabilse Hamilton'a bu kadar puan vermezlerdi.

Önümüzde 3, puan olarak 4 yarış var. İkili arasındaki fark 17, Amerika'daki yarışları birerleş alsalar Hamilton'a bu fark son yarışta yetebilir. Rosberg'in şampiyon olması için iki yarışta da Hamilton'ın önünde olmasa gerekiyor. Hamilton ise iki yarışta da Rosberg'in önünde bitirirse son yarış oldukça kolay olabilir. Önümüzdeki üç yarış artık Williams'ın Monza veya Soçi gibi öne çıkabileceği pistler de değil. Yani herhangi bir sorun olsa bile son yarışta olduğu gibi Hamilton veya Rosberg'in yarışları ikinci bitirmesi pek zor değil.





Yarışın %99'u.





Bu mücadele dışında, Ricciardo'nun sene sonunda ödülü garanti gibi. Alonso 141 puanla uzun zaman sonra şampiyonada 6. sırada. 2009'dan bu yana en kötü sırası fakat 4. Bottas'ın 145, 5. Vettel'in de 143 puanı var. Diğer yandan takımlarda en yakın McLaren ve Force India. Aralarında 20 puan fark var ama McLaren uzun süredir Force India'dan belirgin şekilde iyi. Button Rusya GP sonrası Ferrari ile 43 puan fark kapanabilir dedi lakin McLaren gelişti gelişmesine de de kalan üç pistte bu kadar rahat olamayabilirler. Mercedes'in takımlar şampiyonluğu kazandığı yarış itibariyle şampiyonalarda durumlar böyle. Temennimiz pilotlarda şampiyonluğun son yarışa kalması, çünkü onun tadı hiçbir şeyde yok. Ve biz 2006, 2008, 2010, 2012 yıllarında olduğu gibi çift yıllarda şampiyonluğun son yarışa taşınmasına alıştık.

16 Ekim 2014 Perşembe

2014'ün En Güzel Turu : Vuelta a España

2012 ve 2013 Vuelta'nın ardından 2014'ün Vuelta'sı da sezonun en çekişmeli geçen büyük turu oldu. Oldu olmasına da hep biraz gölgede kalıyor İspanyolların turu. Bisikletin de kendine göre bir dünyası var, yani Tour de France her ne olursa olsun hep gözde. Gerçi bunu anlatmak niyetim değildi ama özellikle son 3 yıldır Tour ne liderlik çekişmesi açısında ne kadar kısır geçiyorsa Vuelta da bir o kadar heyecanlı oldu Hele bu seneki mücadele uzun zaman hatırlanacaktır. Biz şimdi ağustosun ortalarına gidelim.

En büyük favoriler Quintana ve Froome iken, Valverde formsuz, Rodriguez şüpheli ve Contador katılmıyor diye biliyorken bir sabah El Pistelero'nun üç haftalık Vuelta'ya katılacağını öğrendik büyük bir şaşkınlıkla.Tahminler ve İspanyolun açıklamaları Genel Klasmandan(GK) ziyade etap galibiyetiydi, ben de öyle düşünüyordum. Yine de 5 büyük favori insanın ağzını sulandırmıyor değildi. İspanya Turu'na yine takım zamana karşı ile başladık ve klasikleşmiş bir Movistar zaferi gördük ilk etapta.

Etaplar ciddileşirken Contador'un aslında o kadar kötü olmadığını ve Quintana'nın da o kadar iyi olmadığını gördük. Quintana da geçen sene Nibali gibi Giro'dan sonra pek forma giremedi sanki. Aslında TT'ye gelmeden dağlarda Contador optimum performansı sergilemişti. Her tırmanışta bir favori az da olsa geride kalırken Contador hep önde kalmıştı. Quintana'nın 3 sn önde olması ilk etapta kazanılan takım zamana karşıdan (TTT) kazandığı saniyelerle olmuştu biraz da. Contador 2 sene önce olduğu gibi yine çok iyi bir zamana karşı ile güçlü olduğunu göstermişti. 2012'de Froome ile en büyük aday gözükürken, İngiliz o etapta bekleneni verememiş ve Tour'daki domestikliğin yorgunluğu baskın gelmişti. O etaptan sonra da liderlik mücadelesinden uzakta kalmıştı.

TT demişken Quintana'nın kötü kazası ve diğer etapta da yine kaza yaparak yarış dışı kalması turun önemli anlarındandı. Quintana çok güçlü değildi ve bence kazanamayacaktı yine ama yarış dışı kalması muhtemel podyuma mal olmuş olabilir. Kolombiyalı için daha 24 yaşında Tour baskısına girmeden Giro'yu kazanması onun için büyük bir avantaj. Şöyle ki; artık büyük tur kazananı, daha tecrübeli ve Tour'a hem mental hem fiziksel olarak daha güçlü gidebilir. Genç Fransızlar gibi medyadan da çekmedi. Ayrıca takım Valverde'ye son bir şans verdi Tour için ve o da bunu hiç iyi kullanamadı. Vuelta'yı kazanamasa da Quintana'nın geleceği adına harika bir sezon geçti. Hep diyoruz ama yine diyelim; seneye Tour harika olabilir!



Quintana için her şey güzel başlamıştı.































TT'de liderliği alan Contador ileriki etaplarda mayoyu öncelikle Valverde'ye karşı korumak zorundaydı. İspanyol ilginçtir Tour yorgunluğuna rağmen burada daha formdaydı. Zaten Movistar'da önemli ağırlığı var, yeni sözleşme de imzaladı. Bu seneki tek günlük performansıyla beraber, 2015'ten itibaren klasiklere ve Vuelta'ya odaklanması geleceği adına en uygun opsiyon gibi. Vuelta bonus puanlarıyla Valverde ve Rodriguez'e çok uyan bir tur. El Purito'nun 2012'deki güçlü formunun yanında Vuelta'nın bu özelliği de baya yardım etmişti. Düz sprinterlere uygun nadir etaplar dışında, geçiş etaplarında bile son birkaç km'deki eğimler bu iki İspanyola çok uyuyor. Zaten ikisi de önemli bonuslar elde etti. Contador ve Froome ancak belirgin farklar oluşturduğu etaplarda bonusları alabilmişti. 2. haftanın sonundaki pazartesi günü yapılan etapta Froome bu sefer iyi gözüktü ve Contador'la beraber diğerlerini silkeledi. Froome uzun süre Contador'u düşürmeye çalıştı, aslında Contador da pek iyi gözükmüyordu ama son km'ye kadar direndi ve sonunda atağını yaparak etabı ve 10 sn bonusu aldı, yarışı da kopardığı an bu 16. etaptı.

Contador'un Froome karşı bu taktiği Dauphine'de de uygulamış, hatta Contador daha Nibali falan dökülmeden tamamen Froome'a odaklanmıştı. Sonuna kadar Froome düşüremişti lakin Froome etabı almıştı. 2014 Vuelta, 2015 Tour için de önemli ipuçları içeriyor bu yönden. İyi bir Froome'n TT'de Contador'dan bir nebze daha iyi olduğu biliniyor, zaten o da son günlerde 2015 için Alberto'yu TT'de geçmem lazım demiş. Eğer 2015 beklendiği kadar heyecanlı geçerse ikili arasında ufak detaylar yarışı belirler, hatta TT'nin hangi etapta olacağı bile çok kritik çünkü eğer ikisi de formda olursa birbirlerini düşürmeleri çok zor oluyor ve önde olan sadece savunma yapması yeterli olduğu için günbegün mental olarak daha güçlü hale geliyor.

16. etap üç günlük dağlık etabın sonuncusuydu. Önceki günlerde Froomey pek iyi gözükmemiş ama belli bir tempoda çıkarak kaybı minimum tutmuştu. Contador da vatandaşlarına kızarak Froome'u düşürmeliydik, ileride ben değil, siz pişman olacaksınız diye uyarıyordu. Bunda Contador'un zeki bir bisikletçi olmasının yanında bence biraz da Kenyalı sporcunun 2013 Tour'da gösterdiği insanüstü performans da etkili. Froomey insanların gözünü fena halde korkutmuş durumda, bu sene o kadar formda olmasa bile Tour öncesi birçoklarına göre Contador'un bir adım önündeydi.

Alberto'ya gelirsek. Şu an 32 yaşında, geçen seneki kötü performansı ve doping cezası sonrasında eskiyi aratması ona karşı şüphelerin artmasına yol açmıştı. 2014 hem yaş hem de form olarak Tour galibiyeti için belki de en önemli şanstı. Kazasından sonra hem Tour galibiyeti için üzülmüştüm, ayrıca sakatlığını ağırlığını öğrenince Vuelta için de ayrı üzülmüştüm. Contador sadece mental olarak değil güç olarak da iyi durumda olduğunu gösterdi bu turda. Kariyerinin çok kritik bir noktasında geldi Vuelta galibiyeti. Güçlü bir takımda ve 3 yıl daha ciddi aday olabilir Tour için. Ayrıca büyük tur galibiyetleri sayısında da önemli isimlere yaklaştı. Contador'un Giro, Vuelta ve Tour'u en az birer kere daha kazanacağını inanıyorum.

Hem Vuelta'yı hem de favorileri genel olarak değerlendirdik galiba. Son haftada ise Froome son hamlesini yaptı 20. etapta. Yine Valverde ve Rodriguez kaldılar, Froome son 5 km'de önemli ataklar yaptı ve hepsi de Contador'un klasik danslarıyla karşılık buldu. İki farklı stil çarpıştı ve bu sefer klasik stil, Contador'unki kazandı. Zaten bu sefer Froome etapları hep ayağa kalkarak yaptı. Froomey'in geçen seneki üstün formuna biraz da Contador'un gerçekten kötü olması, Quintana'nın da gereksiz atakları yardımcı olmuştu. Team Sky'ın da artık itici gelen tarzıyla yenilmez olmuşlardı. Bu sene antrenman metotlarını değiştiren Contador, 20. etapta da 16. etapla aynı taktiği kullanarak son km'de atağını yaptı ve 2 önemli etap kazanarak 2014 Vuelta'yı kazandı. Böylelikle son TT etabı da biraz formalite oldu.




2014 Vuelta'nın en hatırlanacak fotoğrafı


























Aru'yu da unutmadık. Erken yaşta birçok etapta öndeki çok güçlü GK adaylarıyla baş başa kaldı. Tam anlamıyla gelecek için mesaj verdi. Yaşına göre müthiş performans sergiledi. Sadece 4.48 gerisinde bitirdi Contador'un. Seneye muhtemelen Nibali'ye yardım edecek, ondan sonrası için önü açık. Gerçi son haberler Giro'da lider de olabileceğini söylüyor.

2014 Vuelta Bisikletin GK anlamında en büyük iki isminin çarpıştığı bir tur oldu. Contador ve Froome henüz tam anlamıyla birbirlerine karşı mücadele edemediler yine de. 2013 Tour'da Contador çok formsuzdu, 2014 Vuelta'da ise ikisi de sakatlıktan yeni çıkmıştı. 2014 sezonu büyük turlar açısından çok ilginç geçti, çok uzun zaman sonra Tour'un en büyük favorileri kazayla yarış dışı kaldı. İtiraf etmek gerekirse ikisi dışında başka birinin Tour'u kazanma olasalığını %2'den fazla değil diye düşünüyordum. İnşallah seneye o merakla beklediğimiz epik mücadeleler olur büyük isimler arasında. Bu arada Eurosport'un D-Smart'a dönmesini istiyoruz, bu dileğimiz ilgililere ulaşır belki, vallahi yarışları izleyecem diye anam ağladı bu sene, sonraki yazıda görüşmek üzere.